Kemer’de bulunan Orange County Hotel, merkezi Antalya’da yer alan Birce Turizm, İnter Havayolları, ayrıca Almanya ve Hollanda’da iki şirketi bulunan Torosluoğlu, Türkiye’ye yılda ortalama 150 bin turist getiriyor. TUI Hollanda’nın yıllık ortalama 800 – 900 bin taşımacılığını uçaklarıyla yapıyor.

ÇEKİLİŞTE amcasının yaptığı hile ile ismi turgay olarak belirlenmiş annesi ise ilk adının ömer olmasını istemiş

Adını kurayla belirlediler

Ömer Torosluoğlu 20 Kasım 1961’de Kilis’te doğdu. Babası Mustafa Ferit, annesinin adı ise Zahide. Şerif ve Behiye ile birlikte ailenin üçüncü çocuğu. Kibrit kutusu içinde yapılan bir kura çekilişi sonucu ismi Ömer Turgay olarak konulmuş. Kibrit kutusuna herkes bir isim yazmış, ancak amcası yaptığı hile ile kendi istediği isim olan Turgay’ın çıkmasını sağlamış.

“Annem, “Hz. Ömer’in Adaleti” filminden çok etkilenerek “Oğlum da Ömer gibi adaletli olsun” diyerek Turgay’ın başına Ömer ismini koymuş. Ailem Turgay ismini kullanıyordu. Yurt dışına çıktığımda yabancılara “Omer” demek daha kolay geldiğinden iş hayatımda genelde bu ismimi kullandım. Ailem, Turgay, iş arkadafllarım Ömer diye çağırıyor” diyor

Annem 16 yıl bize kazak makinesi ile baktı

Okumamı en çok teşvik eden ve isteyen annemdi. Bilirsiniz güneydoğuda hayat zordur. Aslında babam zengin bir ağanın oğluydu. Benim doğduğum yıllarda, Suriye ve Mısır’da ki mallara hükümet el koyduğu için bir gecede fakir olmuş. 16 yıl işsiz kalmış bir babanın oğluyum. Babamın bir ayağı sakattı. Topaldı. Mesleği de yoktu. Annem akıllı bir kadındı bir kazak makinesi almıştı. 100 TL taksitle. Annem o kazak makinesi ile bize 16 yıl baktı.

İLK İŞİM KOLTUĞUMUN ALTINA ALDIĞIM GAZETELERİ SOKAKLARDA SATMAK OLDU

İlk ayakkabısı spor öğretmeninden

Kilis’te hayat şartları çok zordu. Ben lise 2’ye gidene kadar ayakkabımın olmadığını hatırlıyorum. Lastik terliklerle gidip geliyordum. Lise 2’de spor öğretmenim acıyıp beni evine götürmüş ve eski bir ayakkabısını giymem için bana vermişti. Benim ilk defa o zaman ayakkabım olmuştu.

İlk işi gazete satmak

İlkokulu, Ortaokulu ve Lise’yi Kilis’te bitirdim. İlk fiili para kazanma işime Ortaokul ’da gazete satarak başladım. Okullar sabahçı ve öğlenci durumundaydı. Öğlenci olduğumuz zaman sabah erkenden Kilis’in tek gazete bayisine giderdik. Bir tane gazete bayisi vardı ve o bize kıyak yapmıştı. Günde 1 lira – 2 lira kazanırdık. Bize göre çok iyi paraydı. Koltuğumuzun altına alır, gazetelerin isimi bağırırdık sokakta, “Hürriyet, Milliyet…”  Caddede en hızlı koşan, dükkanlara en çabuk giren, en önden giden daha iyi kazanıyordu.

Okula erken başladı

İlkokula yaşıtlarımdan daha erken başladım. Komşumuz öğretmendi. Annemle sık sık sinemaya giderler beni de mecburen yanlarına alırlardı. Sinemalardaki yazılardan, koltukların arkasındaki numaralardan, okumayı yazmayı öğrenmeye başlamıştım. İki yıl önce başladım okula. İlk birkaç yılım yanımdaki çocuklara okumayı öğretmekle geçti.

En çok karpuz indirmekten kazandım

Ondan sonra Lise sona kadar çok sayıda işte çalıştım. O kadar çok işte çalıştım ki şu anda aklıma birçoğu gelmiyor bile. Mesela şu anda hatırladıklarım, sabunhanede kostiklerle sabun yapıyorduk. Üzümhane de üzüm taşıyorduk. En çok kar ettiğim işim yazın karpuz indirmekti. Kamyonlardan karpuz indirmekten çok iyi para kazanıyordum. O da büyük bir profesyonellikle yaptığım işti ( gülümseyerek) Dört arkadaş bir kamyon karpuzu kamyondan indirirdik adam başı 2 Lira verirlerdi. Bizim için güzel bir paraydı. Başka da iş şansımız yoktu. Liseyi bitirdikten sonra iki sene üniversiteye maddi imkansızlıklarla gidemedim. 1970’li yıllarda siyasi olaylar çok fazlaydı. Ama yine de o dönemin okul hayatını severdim. Öğretmen-lerimize çok büyük saygı duyardık. Ailece görüşürdük. Saygının önünde onlara karşı bir korku vardı içimizde.

AÇLIKTAN YURDUN ÇATISINDA BULUNAN GÜVERCİNLERİ YEDİğİ İÇİN YURTTAN ATILDI

Yurttan atılma nedeni; “Açlık”

Üniversiteyi kazandığım yıl. Babam okumamı çok istiyordu; “Oku oğlum seni ceketimi satar yine okuturum” diyordu. Zorladılar beni ama babamın ne satacak ceketi ne de okutacak parası vardı. 1980 yılında Eskişehir Anadolu Üniversitesi Maden Mühendisliği’ni kazandım. Üniversite’ye gitmeye başladığımda ilk üç yılımın tamamı üniversiteye Kilis’ten getirdiğim hesap makinelerini satmakla geçti. Kilis’e kaçak gelirdi ben de getirenlerden alır okula satardım. Üç yılın sonunda okul doydu. Hesap makinelerini satacak talebe kalmadı. Bende de para bitti. Devletten burs da alıyorduk ve yurtta kalıyorduk. Çok parasız kaldığımız bir gece yurdun çatısındaki güvercinleri çarşaflarla toplayıp yemiştik ve bu yüzden yurttan atmışlardı.

Otostopla dünya gezisi

Üniversite’de başarılı bir öğrenciydim. Not ortalamam çok iyiydi. İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Mühendisliği bölümüne yatay geçiş yaptım. Üçüncü sınıfta geçtim İTÜ’ye. Üniversite’de yaz aylarında otostopla neredeyse bütün Avrupa’yı gezdim.

Gezmeyi çok seviyordum

İTÜ’ye geçtikten sonra. Babam, kendi babasından kalan tek varlık olan evi sattı. O evin parasıyla İstanbul’a göçtüler. Suadiye’de bir bakkal dükkanı açtık. Bir taraftan üniversiteye gidiyor akşamları da bakkalda babama yardım ediyordum. Üniversite’nin bitiminde artık gezmeyi çok seven bir Torosluoğlu vardı.

Hedefi turizmde başarıydı

Üniversite de hep sorguladığım, “Ben maden mühendisi mi olacağım? Yoksa başka bir işle mi uğraşacağım” sorusu olmuştu. 6 ay Eczacıbaşı’nda işimle ilgili staj yaptım. Sevmedim. Olmadı. Oturup kendi kendime çok ciddi ciddi düşündüm. Ben bundan sonra ne yapacağım. “Hayatımı ne yaparak geçireceğim?” diye. O zaman kesin bir karar aldım ve turizmci olmaya karar verdim. 1985 yılıydı. “40 yaşıma kadar 1 milyon dolar para kazanmak istiyorum ve turizmde iyi bir yere gelmek istiyorum” dedim. Bu hedefi önüme koydum ve bu hedeften hiç çıkmadım.

Temizlik kadrosunda turizme ilk adım

Dayımın İstanbul’da bir turizm şirketi vardı. Onun yanına gittim. Orada temizlikçi kadrosu ile işe girebildim. Yurt dışında tur işleri ile uğraşıyorlardı. O zaman bize lüks gelen şimdi pek fazla bir şey ifade etmeyen teleteks diye bir şey vardı. Çat pat İngilizce ile turizm firmalarına mesajlar yolluyorduk. Orada çalışırken bir kaçta güzel iş buldum.

Londra’da dil eğitimi

Turistlerle gezmek, onları gezdirmek ve hizmet vermek çok hoşuma gitti. O zaman çok İngilizcem de yoktu. Bu kararı verdikten sonra uçak biletimi aldım ve Londra’ya gittim. Yaklaşık 3 buçuk yıl Londra’da kaldım. 1987 – 1990 yılına kadar Londra’da idim. Londra’da bir taraftan İngilizce kurslara gittim bir taraftan da bir Türk seyahat acentesi firmasında ofis boy olarak çalıştım. Sonrasında aynı firmada sırasıyla Rezervasyon, muhasebe ve bilet satış işleri ile uğraştım. Sonra şef oldum.

Onur Havayolları’nı kurdular

İngilizce eğitimimi tamamladığım sıralarda Londra’da bir turizmci olmak isteyen Kıbrıs’lı iş insanıyla tanıştım. 1990 yılında ailemin de trafik kazası geçirmesi münasebeti ile o iş insanı ile birlikte Türkiye’ye döndüm. İş insanından aldığım destekle, ilk bir yıl bir arkadaşımın ofisinde Londra’ya uçak bileti satma işine başladım. İş tuttu. İş öyle bir büyüdü ki, bir buçuk yıl sonra O iş adamı ile Onur Havayollarını kurduk. Yaklaşık 2 senenin içinde yurt dışına kaymam

gerektiğine inandım. Almanya’ya Onur hava yollarının Avrupa sorumlusu olarak gittim. O zaman patronun da Onur Havayollarında sağ koluydum. Almanya’nın şehirlerinde, İsviçre’de, Londra’da, Hollanda’da acenteler oluşturduk. Yaklaşık 300 tane çalışanımız oldu. Ama bir süre sonra patron aniden şirketi sattı ve biz ortada kaldık.

Ali Şen’den Aktif Havayolları’nı satın aldı.

1994 yılında bu vesile ile hayata yeniden, sıfırdan “merhaba” dedik. Aynı yıl Antalya’da tanıştığım benim gibi hevesli bir arkadaşımla birlikte, kendimiz 25’er bin Mark para koyarak GTI Almanya diye bir firma kurduk. Arkadaşım Antalya’da ki işleri yapıyordu ben Almanya’da ki işleri yapıyordum. 1996’da Ali Şen’den borç harç Aktif Havayollarını satın alarak adını değiştirip GTI havayolları yaptık. Hollanda’da GTI diye firma kurduk. Sonra 1998 yılında ortağımla yolları ayırdık. Ben Hollanda’da kaldım. O Almanya’da kaldı. Hollanda’dan bir ev tuttum.

Birce Turizm, İnter Havayyoları, Orange County

Hollanda’dan Türkiye’ye turist getirmeye başladım. TUI’nin ve yabancı tur operatörlerinin işlerini aldım. Antalya’da Birce Tur’u kurdum. Almanya’da ITT diye bir şirketim vardı. O da bana kalmıştı.  Hem Almanya, hem de Hollanda’dan Türkiye’ye turist getirmeye başladık. 

O zamandan bugüne Türkiye’ye iki milyondan fazla turist getirdim. İşin keyifli yanı bu insanları kendi ülkene getirmen ve bu durumdan bir çok sektörün yarar sağlaması insana çok büyük bir keyif veriyor. Daha sonra 2002 yılında İnter Havayolları’nı kurduk. Yurt dışındaki bütün yatırımlarımızı Türkiye’ye çevirmeye başladık. Kemer’de 2005 yılında Orange County Hotel’i açtık. 

Şu anda Orange County Hotel, Birce Turizm, İnter Havayolları, yine Almanya ve Hollanda’da ki şirketlerle Türkiye’ye yılda ortalama 150 bin turist getiriyoruz. TUI Hollanda’nın yıllık ortalama 800 – 900 bin taşımacılığını uçaklarımızla yapıyoruz. 

Bir şeyler kazanırken aslında kaybediyorsun 

Bu arada insan kazanırken kaybetmeyi anlıyor. Bir şeyleri kazanırken insan aslında her şeyi kaybettiğini görüyor. İnsanlar dışardan bizi çok şeyleri kazanmış gibi görüyor ama…

Sevgiyi, dostluğu, arkadaşlığı, akrabalarını, anneni, babanı kaybediyorsun. Sonra balkona çıkıyorsun ellerini açıyorsun Yunus Emre aklına geliyor. “Cennet-cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri, isteyene ver sen onları bana seni gerek seni…” dizelerini hatırlıyorsun. Bankadaki üç kuruşun hiçbir işe yaramadığını 2002 yılında ciddi bir hastalığa yakalanınca anlıyorsun. Amerika’da kanserle mücadele verirken paranın hiçbir şey ifade etmediğini görüyorsun. Çünkü, yanında ya da çevrende hiç kimse kalmıyor.

Annesi ile aynı anda kanser oldu

2002 yılında annemle ikimiz kansere yakalandık. Annem göğ üs kanseri ben de bağırsak kanseri oldum. 2004 yılında annemi kaybettim. 1994 yılında da babamı kaybetmiştim. O da yaşlı ve hastaydı. Neticede yaptığımız bunca işi ne anneye ne babaya gösteremedik. İnsan kazandıklarını dostları ile sevdikleri ile paylaşamadıktan sonra hiçbir anlamı olmuyor.

Kızıma bakıp geçmişi hayal ediyorum

2005 yılı Eylül ayında Nilüfer hanımla evlendim. Kızım annemle aynı gün olan 6 Nisan tarihinde doğdu. Hayatımın en büyük mutluluğu o oldu. İsmini de annemin adı olan Zahide koydum. Ona bakıp geçmişimizi hayal ediyoruz.

Türkiye’de demokrat yurt dışında milliyetçi

Torosluoğlu’nun hayat felsefesi, aslında çok sade ve yalın. Türkiye’de ciddi bir demokrat. Yurt dışında son derece milliyetçi bir adamız. Yurt dışında ülkemize daha fazla nasıl katkıda bulunuruz? Bu ülkede doğan insanların Avrupa’da, Belçika’da Amerika’da, İngiltere’de doğsalar orada yaşayan bir çok insandan daha fazla başarıya ulaşacak nitelikteler. Ciddi cevher ve kaliteli insan kesimi var. Eğitim eksikliği ve çevre etkenleri de var. Benim bu yetiştiğim yerden bu kadarı çıkıyorsa daha neler olabilir. Biz Kilis’te dünyaya gelip Avrupa’da bayrak taşımış, İngiltere’de devlerin piyasasından ekmek almış insanız. 

Bugün benim uçaklarım Dubai – Pakistan arasında yolcu taşıyor. Geçen sene uçaklarım Kamerun’daydı. Biz oralarda Türk personeli ve Türk uçağı ile yabancıları taşıyıp, bütün parayı Türkiye’ye getiren ve istihdamı burada yapan insanız.

Hobileri:

Seyahat etmek hala en büyük hobim ama şu anda zevk aldığım en büyük şey, kızımın büyümesini görmek. 

KORKULARI:

İnsan hayatını korkuları yönlendirir. Neden korkuyoruz? Allah insanı gördüğü günden geri koymasın. İnsanın kendisini çaresiz görmesi en büyük korku. İş ve para pul korkum hiçbir zaman olmadı. Her zaman kendime çok güvendim.

Bundan sonraki amacım iki çocuğum daha olması. Üç çocuğum ben ve eşim dünyayı turlamak istiyorum. En azından benim yaşadığım şeylerin kötü kısmını onlara yaşatmamak. İyi taraflarını yaşamalarını sağlamak. Boş zamanlarımda tarih kitapları okuyorum. Felsefeyle ilgileniyorum. Ben Kilisliyim, Kilis’te doğdum. Binlerce yıllık geçmişi olan bir memleket. Bir çok din, dil ve ırkın bir arada yaşadığı bir memleket. Bu memleketin tüm adetlerini, gelenek ve göreneklerini belki çocuğum taşımayacak ama ben taşıyorum. Ben bu kültürün son mirasçılarındanım. Üniversiteli yıllarda, Türkçe’mi düzelteceğim diye insanların benimle dalga geçmesinden, alay etmesinden bıkmıştım. Çünkü ben değişik bir aksanla Türkçe konuşuyor-dum. Büyükşehir aksanına geçmek, alaycı bakışlardan kurtulmak için büyük bir çaba sarf ediyordum. 40 yaşımdan sonra tekrar, kendi memleketimin aksanını nasıl konuşurum diye mücadele ediyorum. Bugün yurt dışında herkes kendi memleketinin aksanı ile dillerini utanmadan sıkılmadan konuşabiliyor ama bizde, güneydoğulunun ve Karadenizlinin farklı konuşması bazen üniversiteli yıllarda alay konusu olabiliyordu. O bölgenin sentezini çocuklarıma aktaramamak beni korkutuyor