Kemer’in tarihi ile ilgili çalışmaları ile ön plana çıkan Ramazan Kar, kendisi okuyamadı ama yazdıkları ile Kemer’in tarihine ışık tutmaya hazırlanıyor. 

Ramazan Kar,1959 yılında Antalya’da doğdu. ilkokul mezunu. Babası Antalya’da ortaokula göndermiş. “Okula giderken okumanın nasıl bir öneme sahip olduğunu bilmiyorduk” diyor… Ortaokul birinci sınıfta “okuyamaz” diye bir belge vermişler. Daha sonra da okuldan ayrılmış. Terzilik mesleğine başlatmış babası…

Kemer’in son terzisi

Eline okuyamaz belgesi verdiler ama şimdilerde O’nun hazırladığı, Kemer kitabı Kemer’in tarihine ışık tutacak

“1982’de ilk işyerimi açtım. Kemer’deki esnaf odasının, esnaf kooperatifinin, camisinin, emniyetinin, hastanesinin,sağlık ocağının yani bunlar gibi ne kadar dernek varsa, ya kurucularındanım ya da yönetimlerinde uzun yıllar görev yaptım. 1989’da yine Kemerli dostlarımız, arkadaşlarımız muhtar adaylığına layık gördü. 1989-1994 yılları arasında bir dönem muhtarlık yaptım. Köylükten de İlçeye geçişin ilk muhtarıyım. Kemer’i hem köy olarak hem de ilçe olarak yaşayan kişilerdenim. Ondan sonra iki dönemde Belediye Meclisinde görev yaptım. Bunun yanında GATAB’da, Yönetim Kurulu üyesi olarak, Kemer Belediyesi Meclis üyeleri temsilcisi olarak 8-9 yıl görev aldım

KAHRAMANIMIZ MUSTAFA ERTUĞRUL KEMER’E GELDİĞİNDE KEMER’DE ÇOĞUNLUK RUMLARDAN OLUŞUYORDU

Tarihle tanışması

Kemer Tarihini araştırmamın sebepleri; Dedemden, ninemden, babamdan öğrendiğim kadarıyla özellikle, Kemer’e ilk Mustafa Ertuğrul ve arkadaşları 1900’lerin başında geldikleri zaman, Arap Medine (Babamın ninesi) üç oğlu Yemen’e askere gitmiş, kendisi öksüz ve bir tane kızı olan bir kişi. Mustafa Ertuğrul ve arkadaşları atlarını bizim bahçeye (babamlara ait şu andaki evin bahçesine) bağlıyorlar. Bu çevrede yatak yok, yer yok, asker nerede yatsın? Ahırlar boşaltılmış. Bu ahırların içlerine otlarla yataklar yapılmış. Burada onları misafir eden Arap Medine ve bunun yanında 1940’lar da 1950’ler de bir ucu Tekirova bir ucu Beldibi merkezde sadece Kemer’de okul var. Buranın çocukları Kemer’e geliyorlar ve hep tanıdıklarının, akrabalarının, dostlarının yanında kalıyorlar.

Bu kişiler de tanıyor Arap Medine’yi. Öyle ki, bir tencere yemekle bir dünya insanı doyuruyormuş. Bunu daha hala yaşayan ve anlatan insanlar var. Mustafa Ertuğrul ve arkadaflları bu bölgeye geldiklerinde nüfus çoğunlukla Rumlardan oluşmaktaydı. Mustafa Ertuğrul, Arap Medine’nin evinde kaldığı zaman, gece geç vakit geliyor, burada ki yerel Rumlar duymasın diye sabah şafaktan öce siperler kazmaya Kocaburun’a gidiyorlar.

O insanlardan bu günlere kalan, sandıkların diplerinde, bohçaların diplerinde, 1904 orijinal Osmanlı dönemine ait tapular ve vergi makbuzları çıktı.

 

Tekirova (Tekfurova)

Baba tarafım Tekirova’dan gelme. Tekirova’nın o zamanki ismi “Tekfurova köyü”.  Tapular ve vergi makbuzları bende mevcut hala. En enteresan olanı ve ilgimi çekeni de Hicaz demir yolu için kesilen makbuzlar. Mekanı cennet olsun, rahmetli Abdülhamid zamanında, Abdülhamid Han Hicaz demiryolu için buradan makbuz karşılığı bağış toplatmış.

Orijinal makbuzları hala duruyor. Abdülhamid Han’ın zamannda Hicaz Demiryolu döşenirken yani bunu da özellikle belirteyim, “Peygamber Efendimiz ve oradaki sahabeler rahatsız olmasın diye çekiçlerine keçeler bağlattıracak” kadar nazik düşünen bir insan. Bu inceliği şimdi hangi devlet adamı düşünüyor? Ve Abdülhamit o raylar Medine’nin çevresinde döşenirken keçeler serdiriyor altına fren sesi yapıp da makamdakiler rahatsız olmasın diye. Nasıl olur da böyle bir Abdülhamid’e biz “Kızıl Sultan diyebiliriz?”

HİCaz demiryolu yapımına kemerimizden ve tekfurovamızdan bağış yapılmış bunu da gururla belirtelim

O Osmanlıyı son dönemlerinde en iyi idare edenlerden biriydi. Bu benim şahsi görüşüm. Bizim Kemerimizden de Tekfurovamızdan da, Hicaz Demiryoluna bağış yapılmış. Bunu da gururla belirtelim…

Kemer’e adını veren kemerler

Kemer’in adı nereden geliyor; İşte dağlardan gelen seller nedeni ile yapılan kemerlerin duvarlar, bugün nerede? Bunları araştırdık, yerlerini bulduk. Ve şu anda Kemer’in sadece bir noktasında 10-15 metre uzunluğunda bir yeri kalmış. Onu da birkaç gün önce buldum.

Burada yaşamak ayrı bir olay. Kemer’de yaşamak bir vefa. Her şeyine, tarihine, dağına, taşına, kuşuna, havasına her şeyine vefa borcumuz var. Çünkü Kemerimiz ayrı bir yer.

Zaten insanoğlu dediğimiz nedir ki? Bize bu dünyadan sonra üç şey sorulacak; İnsanlar için faydalı ne yaptın? İlim, irfan için ne yaptın? Bir de hayırlı, insanlara faydalı bir evlat yetiştirebilirsen en büyük vefa bu.  Biz de bu konularda elimizden geldiği kadar uğraş veriyoruz. Sizler gibi arkadaşlar olduğu sürece yanımda, Vermeye de devam edeceğim…

İlk çalışma

İlk olarak Mustafa Ertuğrul üzerine yoğunlaştım. Onu araştırırken ilk olarak dedelerimizden, ninelerimizden, babamdan, amcamdan duyduklarım ile başladım. Daha sonra bu yöredeki ihtiyarlar. Benim en büyük sermayem, bir fotoğraf makinesi ile bir kamera…

Önce ihtiyarları dolaştım. Bunun yanında yine Macit Selek’lerin “Yarım Asrın Arkasından” diye 1960’lı yılların öncesi Kemer’i anlatan bir kitabı elime geçti. Onda Mustafa Ertuğrul’dan, Paris 2’den ve Alexandra’dan uzun uzun bahsediyor. Bunun yanında, Atlas Dergisinde yayımlanan ve Mustafa Aydemir ile beraber hazırlanan bir yazı buldum, daha teferruatlıydı.

Mustafa Aydemir ile irtibata geçtik. Şu anda Mustafa Ertuğrul’un İstanbul Göztepe’de oturan kızıyla, İlhan Günaltay, oğlu Orhan İyiler ile uygun bir zaman için randevu aldık. İstanbul’a gittik. Yine elimizde kameramız fotoğraf makinemiz. İlk defa uzun süre söyleşi yaptık. Şefik Akyar’dan, Mustafa Ertuğrul’dan, eski Antalya’dan, burada yaptıkları, babasının bildikleri, her şeyi görüştük.

Mustafa Ertuğrul yalnız değildi, askerleri de vardı. Burdur’un bir köyünde topları ateşleyen Çavuş Halil İbrahim Günaydın’ın oğlu ile görüştüm. Sağolsun elindeki belgelerin, bilgilerin bir kısmını ve babasının burada yaşadığı olayları anlatan kasetini verdi. Yine bu kasetten yola çıkarak, ulusal medyaya da bu olayı duyurduk.  Mustafa Ertuğrul’un Kocaburun’da bulunan siperleri hala duruyor. Gönül arzu ediyor ki, o siperlerde Çanakkale’deki gibi gün ışığına çıkarılsın, temizlensin, bir kitabe konulsun. İnşallah günün birinde bunlar gerçekleşecek.

Geçmişe vefa borcumuz var

Kemer hep böyle değildi. Buranın bir geçmişi de var. Bu memleketin yokluk zamanın da ilk arabayı getirenler var. İlk deniz ulaşımını sağlayanlar var. Bu memlekete ve geçmişine vefa borcumuz var. Bu vesileyle de, önerimle Kemer Belediyesi Meclisindeyken, sizlerin de katkısıyla bir caddeye Mustafa Ertuğrul ismini verdik.

İlk defa Türkiye’de Mustafa Ertuğrul ismi bir caddeye verildi. Burada daha birçok insan var Kemer için bir şeyler yapan. Türkiye için bir şeyler yapan, bu insanların isimleri de yaşadıkları bölgelerin caddelerine, sokaklarına verilsin.

Portakal üretimini başlattılar

Bunlar kimler? Mesela eski Nahiye Müdürlerinden Ethem Müdür, Hasan Akşin… Tabi ki portakalcılık o tarihlerde 1920’ler de, 1930’lar da, 1940’larda böyle değil. İşe yaramayan odun olacak ağaçlar var. Burada köylerde yaşayan insanların çayını içtikten sonra bu müdürler diyor ki, “balta var mı evinde?” “Var” diyorlar ve müdür de “haydi şu ağacı kes. Bunun yerine portakal dikelim” diyor. Bu şekilde Ethem Müdür ve Hasan Akşit’in, girişimi ile portakal üretimi başladı.. Bu müdürlerin bu memlekete çok büyük faydaları olmuştur. Köylüyü uyandırdılar. O zaman cahil herkes. 

Narcılık ve Akbaba

Bunun yannda bir de 1930’lu 1940’lı yıllarda Mehmet Emin Akbaba ve Habib Muallim isminde öğretmenler… Daha hala herkesin dilindedir. Bu memlekete ilk narcılığı öğreten insanlardır. Gündüz mesai saatlerin de okul, mesai haricinde de halkın içinde, köylünün içinde bilimsel tarımı öğreten insandır.
Şu andaki Kaymakamlık lojmanlarının olduğu alan, özellikle lojmanların GATAB binasının, Maliye binasının olduğu bölüm bu insanın narlığıydı. Karayel Caddesinin köşesinde Akbaba Tarım vardır. Yeni başladı, torunudur Mehmet Emin Akbaba’nın.

Derviş Amca

Burada bir insan daha vardı. Kemer karayolu yapılırken, “Derviş Amca”. Mehmet Alpasar, bu insan Kemer’in ilk fırınını yapandır. Eskiden Pazar ekmeği dediğimiz, kara fırın ekmeğini yapan kişiydi. Yaptığı fırındaki ekmekleri satmazdı. Yol işinde çalışan işçilere ekmek götürürdü. İşi, gayreti bu insanlara hizmet yapmaktı. Şimdiki gibi o zaman makine yok, kazma kürek ile çalışıyorlardı. Antalya’da diş hekimi olan Mehmet Emin Akbaba’nın oğlu Mustafa Akbaba anlattı bize… Bir gün Antalya’da, Yeni Kapı civarında Habip Muallimin evi. Antalya’da o zamanlar evler iki katlı ve ahşap. Bahçe duvarı olan ve bahçe kapısı bulunan evlerdi.

“Geç saatte kapımız yumruklanıyor” diyor. Babam “kim o?” dedi. “Çoluk çocuk hepimiz çıktık”. “Muallim benim” demiş “aç ben Derviş” demiş. “Kapıyı bir açtık” diyor, Derviş amca başında sarılı bir şapka, her yeri perişan bir şekilde ıslak, “Mahvoldum Muallim, mahvoldum” diyerek girmiş içeri. Hemen Habip Muallim sobayı yakmış, kıyafetler hazırlamış ve yan oda da Derviş Amca üstünü değişiyor. Daha sonra geliyor, başında sarılı şapka duruyor.

Başlıyor çözmeye şapkayı, ters çevirip çıkartıyor, şapkanın içi para dolu. Muallim, “Derviş bu ne” diyor? “Hoca, kayığa bindik tam yola çıktık. Bir fırtına, ölmemize ramak var. İşçinin emeği, işçinin parası, bu yolda çalışanların. Cebime koysam ya boğulacağım, koynuma koysam ya kaybedeceğim, ben ölürsem bu paralara bir şey olmaz” demiş, ilk aklına gelen işçinin parası olmuş. Şapkanın içine parayı koymuş, şapkayı da başına bağlamış. “Bu para o işçilerin emeği” diye. Derviş Amca’nın da böyle bir hatırası var.

Utandıran Finlandiyalı

İkinci bir olay da yine Belediye Meclis üyeliğim döneminde, Belediye’ye Finlandiyalı bir Türkolog gelmişti. “Kemer tarihi ile ilgili beni kim bilgilendirir?” diye sormuş. Beni çağırdı arkadaşlar.  Finlandiyalı ama çok iyi Türkçe konuşuyor. “Selçuklu eserleri hakkında bildiklerinle bana ne gibi yardım edebilirsin?” dedi. Bu olay 2000’li yılların hemen başındaydı. Antalya’dan başladık. Alanya’dan, Konya’dan, Aksaray’dan, Sivas’tan, Erzurum’a kadar anlattık. “Hepsini gezdim” dedi. “Buralarda ne var?”. Ben daha söze başlamadan “Selçuklu Av Köşkü’nü gördün mü?” dedi. İlk defa ömrümde yalan söyledim, “Gördüm” dedim. “Yazık yazık size. Yazıklar olsun” dedi. Bunu Finlandiyalı bir Türkolog diyor. Erzurum’dan bu tarafa tüm Selçuklu eserlerini gezdim. “Buradaki tek… Sultan Süleyman’ın altıgen yıldızı var. Ormanın içinde üstüm başım yırtıla yırtıla gittim, üstüm başım perişan halde. Buldum… Üzerinde koca koca ağaçlar olmuş. Üzerinde ki otları gücüm yettiği kadar yoldum ama yazık yazık” dedi

Bu insan gitti. O gittiğinde ilk işim utancımdan dolayı Av Köşküne gitmek oldu. Önce bulamadım üstüm başım perişan…Nihayet, ormanın içinde buldum. Hakikaten dediği gibi üzerinde çam ağaçları, o duvarlarda ki sütunları patlatmak üzere, içi perişan bir halde.

Hemen ertesi gün Orman Bölge Şefimize gittim. Cengiz bey “Böyle bir yer var biliyor musun?” dedim, “Hayır” dedi. O zaman “Bin arabaya gidelim” dedim. Gittik… “Bak bunun üzerinde iki tane çam ağacı var, bunu ben yarın keseceğim, şikayet eden olursa cezası bana ait” dedim. “Bu bina 700 yıllık ve bölgedeki tek Selçuklu eseri. Bu bizim atamızdan, bizim ecdadımızdan ama izin ver şurayı bir temizletelim” dedim.

“Sen ayarla sponsor bul ben hemen temizleteceğim” dedi. Bu bizim gururumuz, onurumuz. Orada şimdiki Belediye Başkanı Hasan Şeker’e açtım telefonu, “Başkanım, ben 10-15 personel alıyorum bana lazım” dedim. “Ne yapacaksın?” dedi. “Selçuklu Av Köşkü’nü temizleteceğim” dedim. “İzin almadan olmaz” dedi. Şu anda Orman İşletme Şefimiz yanımda dedim. “Tamam, öyleyse” dedi ve izin verdi. Sağ olsunlar 700 yıldan beri ilk defa Selçuklu Av Köşkü’nün çevresi gün yüzüne çıktı. Bundan sonra bunları tüm ilgili makamlara ilettim. En son Akdeniz Üniversitesinden gelenler oldu çekimler yapıldı burayla ilgili. Burasıyla ilgili tek isteğim onarılıp tamamen gün yüzüne çıkarılması.

Molla ve Peynir deliği

Bunun yanında mağaralarımız var. Mesela “Molla Deliği” bizzat kendim gittim gördüm, araştırma bekliyor. Gedelme’de eskiden “Peynir deliği” denilen mağara var. Beldibi Mağarası var. Kazılar yapılmış. Yontma Taş devrinde burada insanlar yaşamış. Buna benzer daha burada neler var. Yani bunların bilimsel olarak araştırmalarının yapılması gerekmektedir.

Olimpiyat ateşi

Ali Sami Alkış’ın bir köşe yazısında okudum. Şu bir gerçek ki dünyada olimpiyatların yapıldığı ilk yer Olympos. 1960’lı yıllarda Japonlar buraya geliyor… İlk olimpiyatların burada olduğunu onlar da tasdik ediyor. Meşalenin buradan gittiğini söylüyorlar. Ve Çıralı ile Kemer arası tam bir maratonluk bölgedir.

Burada uluslararası bir maraton olsa bence çok iyi olur. Homeros’un Ilyada’sı var. Bunu ben bir kaynaktan okudum. Aslı Topkapı Sarayı’nda. Bu kitabe bizim burayı çok iyi anlatıyor. Ve Fatih Sultan Mehmet’in Kuran-ı Kerim’den sonra en çok okuduğu kitap da Homeros’un Ilyada’sıymış.

Başta cehalet vardı. Bilgisayarı bile yeni yeni açmaya başladım. Bu konuda en büyük desteğim, kardeşim Hasan ve oğlum Kerem. Ne zaman yeni bir bilgi bulsam direk onlara gidip “bunları buldum yükleyelim” dediğim zaman sağ olsunlar beni hiç kırmadılar. Eski ile yeni arasında bir bağ kurmak için bunu kendime bir vefa borcu olarak gördüm. Şu ana kadar ulaştığım bilgiler; Kemer’in adı nereden geliyor?, Halkın geçimi neydi?, Kaç tane değirmen varmış? Kemer’de, kaç tane kuyu vardı?,  Hangi Yörükler vardı?,  Mustafa Ertuğrul burada neler yaptı? Hangi tarihte Kemer köy oldu? Rumlar ile beraber yaşam, Hicaz Demiryolu, İtalyan işgalinde ne yaptılar? Osmanlı ve Selçuklu tarihi, 1. Dünya Savaşından beri olan muhtarlar. İlk arabayı getirenler, Antalya-Kemer karayolunun açılışında kimler vardı? Nasıl yapıldı?

Bunların hepsi benim araştırıp bulduklarım. Mesela, Antalya-Kemer karayolu1958 de yapıldı. Tünellerin açılması 1970’li yıllarda gerçekleşti…

Eskiden tünellerin üstünden geçiyordu yollar. Akyarlar çok meşhurdu. Tek araba giderdi. Araba rampaya sarmadan bekler, muavin ama 2 km. ama 3 km. yürür, karşıdan gelen araba varsa var, yoksa ya ıslık çalar, ya da bağırırdı. Daha sonrada araba hareket ederdi. Ayrıca, burada kürekle Antalya’ya susam satmaya veya portakal satmaya gidersin. Yolda bir fırtınaya yakalanırsın, üç kişi beş kişi, bırak satmaya gittiğini, herkes birer susam, portakal sandığını denize atar, canını kurtardığına şükrederdi. Yalnız Sıçan Adası bir cankurtaran mevkisiymiş. Rüzgar nereden eserse onun arkasına sığınırlarmış. 1. Dünya savaşında bu Fransız ablukasıyla beraber o ulaşım da ortadan kalktı. Sadece karadan yapılabiliyordu. O zamanlar Fransızlar hedef gözetmeksizin bombalama, yağmalama, batırma yapıyorlardı. Bundan dolayı insanlar Beycik’ten çıkıyor Kemer’e geliyor bir gün Kemer’de konaklıyor ardından 8 ile 10 saat arasında Antalya’ya gidiyorlardı. Beycik’ten Antalya arası ise 13 ile 15 saat arası yaya olarak. Şimdi ki tünelin üstünden arka tarafından Beldibi oradan kalıyor zaten. Tam orada Köprünün üzerinde bel varmış bununda tam ortasında çeşme varmış, Belpınar derlermiş. Beldibi ismi de oradan geliyor. Eski ile yeni arasında bir köprü kurmak ve insanların bundan faydalanmasını istiyorum..

Kereste fabrikası yerine turizm

Antalya’da miting yapıyorlar, “Kemer’e fabrika yapıyoruz” diye.. Dünya Bankası yetkilileri geliyor Kemer’e… Fabrika yapılacak. Kurulacak olan fabrikada çevreyi kirleten, kereste fabrikası… Dünya Bankası’nın yetkilileri o zaman diyor ki, “Böyle güzel bir yere çevreyi kirleten bir fabrika olur mu? Bu fabrikadan vazgeçelim ve burayı turizme açalım” Kemer’de turizm bu şekilde başlıyor. Tesadüfen bir kereste fabrikasının yerini görmeye gelen Dünya Bankasının yetkililerince.

Dört kişi turizme adım attı

1967 yılında ilk pansiyoncusu Ali Alpasar, Ali Pansiyonu açıyor. İkincisi Murat Pansiyon Murat Belik, üçüncüsü Babam Abdülkerim Kar, Dostlar Pansiyon. Dördüncüsü de Arif Pansiyon Arif Togan. Kemer’de turizmi başlatan bu dört kişidir.

Turistten para almak ayıp sayılırdı

Öyleydi ki denizde balık teknelerimiz var. Şimdiki gibi yatlar yok. Her taraf portakal bahçesiydi. Çok gelen olurdu. Bunlar evlerde misafir edilirdi. Gelen turistten para almak ayıp sayılırdı. Turist ile kahvaltı yapılır, çay içilir, odası gösterilir, turist yatırılırdı. Kemer’de turizm böyle başladı. Para almak gerçekten ayıp sayılırdı. O gün denizde kayıkçılardan kim varsa onlara, “Benim iki tane ecnebi misafirim var, bunları bir gezdirelim gelelim” derler. Erzak alırlar, yedirirler, içirirler, akşama kadar gezdirilir, yatırılırdı ve karşılık beklenmezdi. 

Yani turizm bu noktalara gelirken yeşil doğa ile, berrak deniz ile gelmedi, bu yörenin insanının sıcak kanlılığına geldi. 

Portakal istendiği zaman kilo ile nedir bilinmezdi, çünkü boldu. Sandıklarla verilirdi. 20-25 çeşit portakal vardı. Bugün bunların birçoğu kayboldu. Önceleri Kemer’in her yerinde bir tarihi eser vardı. Bunlar imar ile birlikte yok oldu. Mesela Çalış Dağı’nın her tarafı tarih. Ama biz bu binlerce yıllık mirasları koruyamıyoruz.

En küçük örnek Mustafa Ertuğrul ve arkadaşları eğer onlar burada değil de başka bir ülkede bu yaptıklarını yapmış olsaydı, bırakın kendi memleketine ülkenin değişik yerlerine, anıtları dikilir, heykelleri dikilir, romanlar yazılırdı adlarına. Biz neler yaptık, biz bu insanları nasıl anıyoruz?

1970’li yıllarda ilk defa bir Türk savaş gemisi Atina’ya ziyarete gidiyor. Atina karasularına, gittiği zaman orada, gerçekten senin benim gibi Türkçe konuşan birisi “içinizde Antalyalı var m›?” diye soruyor. Birisi çıkıyor “ben varım” diyor. “Neresinden” diyor, “Aslanbucak” diyor. Hemen orada boynuna sarılıyor. Benim Babamlar, Dedemler oradan gelmiş diyor. Götürüyor misafir ediyor evinde ve hediye tabak veriyorlar.

1970’li yıllarda bu Kiriş çiftliğinin sahibi Rum’un torunu geliyor. Dedesinin yaşadığı yerleri görmek için. O 1970’li yıllar Kemer köy. O Yunanlıyı, yaşayan insanlar misafir ediyorlar. Her ne kadar siyasiler atışsa da Yunan ve Türk halkı arasında fazla bir şey yok. Kışkırtmalar var. İngilizlerin bir zamanlar Arabistan’da yaptıkları gibi, bizi birbirimize düşüren bu tür insanlar var. Ama gerçek anlamda bir şeyler yok.

İkinci bir olay ise, Paris II batığı bulundu. Alexandra’nın durumu da belli, nasıl batırıldığı nasıl olduğu, yeri de aşağı yukarı belli, birilerinin de çıkıp bunun yerini bulması lazım. 80-100 metre arası aşağıda bir yerde bulunuyor bu gemi. Yani bizim tarihimiz, bizim insanımız, onur duyacağımız bir milletiz biz. Ama bunları gün ışığına çıkaralım. 

Herkesin babasından, dedesinden bildiği bir şeyler muhakkak vardır. Bunları kesinlikle yazsınlar. Bir kenara koysunlar bu yazdıklarını, isterselerse bana ulaştırsınlar. Bakın bende sadece Kemer ile ilgili değil Kurtuluş Savaş’ında gazi olanların, şehit düşenlerin fotoğrafları ve bilgileri var. Sağolsunlar eşleri, çocukları, torunları bunları bana ulaştırıyor. Ben de bunları kısmet olursa gelecek bahar da Kemer’in merkezinde bir noktada sergi açıp insanlara göstermek istiyorum”

Röportaj: Ahmet Duran Yenigün / 2006