Mustafa Akbaba

Bu yazımda babam Mehmet Emin Akbaba’yı konu etmemin sebebi; Kemer ve havalisinin yerli halkı tarafından hâlâ saygı ve rahmetle anılmasından dolayıdır. Bugün takriben 45 yaş üzerinde bulunan insanlar kendisini tanımaktadır. Bu yaşın altında kalan genç nesilden bazı kimselere; “Siz Habib Muallim’i tanır mısınız?” diye sorduğumda; “Biz tanımıyoruz ama adını büyüklerimizden çok duyduk.” cevabını alıyorum. Yani, ölümünün üzerinden yıllar geçmesine rağmen Habib Muallim Kemer’de hâlâ yaşıyor.

Babam, Girit muhacirlerinden Ali Rıza Efendi ile Fahriye Hanımın oğlu olarak 1904 yılında Antalya’da dünyaya gözlerini açmış. Girit’den annesinin karnında gelmiş. Doğumu, gün ve ay olarak belli değil. Kayıtlarda sadece yılı yazıyor. Bu durumda Girit’den 1903 yılı sonlarında veya 1904 yılı içerisinde gelmiş olmalılar. Bu yıllar, ada Rumlarının Türklere karşı katliam yaptığı yıllardır. Zaten adayı o yüzden terk etmişler. Yani, mübadeleden çok önce Anadolu’ya dönenlerden oluyorlar.

“Habib”, babamın adı değil lâkabıydı. Esas adı Mehmet Emin’di. Fakat birçok yerde lâkabı isminin önüne geçmekteydi. Kemer’in en eski muallimlerindendir.

Babamın anlattıklarından hatırladığım kadarıyla; talebe olduğu yıllarda Antalya’da en yüksek seviyeli okul, Lise birinci sınıfıymış. İkinci ve üçüncü sınıflar yokmuş. Lise birinci sınıfı bitirdikten sonra bazı arkadaşlarıyla kararlaştırıp İstanbul’a Pedagoji’ye gidiyorlar. Muallim(öğretmen) olarak Antalya’ya döndükten sonra askerlik görevini yedek subay olarak ifâ edip öğretmenlik mesleğini icra etmeye başlamış. Döşemealtı köylerinden Karaveliler Köyü’nde ve İbradı’da bir süre görev yapmasının ardından Kemer’de uzun yıllar, bugün Merkez Camii’nin olduğu yerde bulunan tek sınıflı okulda vazife yaptıktan sonra Antalya’ya tayin edilip muhtelif okullarda görevini sürdürmüş, 33 yılın üzerine 1961 yılında kendi isteği ile emekliye ayrılmıştır. 1979 yılında Kemer’deki evimizde geçirmiş olduğu beyin kanaması sonucu hasta vaziyette Antalya’ya intikâl ettirildi. 18 gün komada kaldıktan sonra 2 Nisan’da 75 yaşında iken hayata gözlerini yumdu. Kabri, Antalya Andızlı Mezarlığı’ndadır.

Babam, Kemer ve havalisindeki insanların hemen hepsini tanırdı. Oradaki öğretmenliği sırasında pek çok öğrencisi olmuş ve onların aileleri ile dostluklar kurulmuş. Bütün bu insanlar babama “Muallim Bey” diye hitap ederlerdi.

Dostlarının; “Gidersen bir daha buraya gelmezsin, bir arazi al da ayağın buraya bağlı kalsın” ısrarı üzerine onları kırmayıp arazi satın almış, onu narenciye bahçesine dönüştürmüş. Daha sonra ona bitişik olarak aldığı aynı büyüklükteki bir araziye de önce okaliptüs ağaçları ekmiş daha sonra orayı nar bahçesi haline getirmişti.

İleri görüşlü, sokulgan bir insandı. Antalya’daki Narenciye Araştırma Enstitüsü’ne sık sık gider, oradaki uzmanlarla görüşür, aldığı bilgileri bahçesinde uygulamaya koyar ve bütün Kemer ve havalisi halkına da ne yapmaları gerektiğini anlatırdı. Ağaçlarda bir hastalık görse, hasta yaprak ve dallardan koparır, onları Narenciye Araştırma’ya götürür, mücadelesinin nasıl olacağını öğrenir hem tatbik eder hem de teşvik ederdi.

Narenciye Araştırma tarafından üretilmiş yeni cins narenciye ağaçlarından fidan veya aşı temin eder, bunları bahçesinde yetiştirdiği gibi Kemer ve çevresinde de üretilmesi için insanları adeta zorlardı. Mağnunbonun, Hamlin, Tanjerin, Klemantin mandarin gibi narenciye çeşitleri rahmetli babamın gayretleri ile Kemer ve çevresine yayılmıştı. İki cins İtalyan Eriğinin de aşılarını getirip kendi bahçesinde birkaç ağaç yetiştirdiği gibi yaygınlaşmasını da sağlamış, hatta bu erikler “Muallim Bey” eriği olarak anılır olmuştu. Yine, Kemer ve havalisinde meşhur olan Nar’ın yaygınlaşmasında gayret sarfetmişti. Önceleri portakal bahçelerinin kenarlarına veya bir köşeye gelişigüzel ekilen narların, nar bahçeleri haline dönüşmesini sağlamış, bizzat kendi arazilerimiz üzerinde uygulayıp örnek olmuştur.

Burada yeri gelmişken bir hatıramı nakledeyim:

Babamın ölümünden sonraki yılların birinde Antalya’da Muratpaşa Camii çevresine Cuma günleri kurulan semt pazarında alışveriş yaparken bir üretici satıcıda güzel hicaz narları gördüm. Kemer bölgesinin narlarına benziyordu. Satıcı kadına narların nereden olduğunu sordum, Göynük’den getirdiğini söyledi. Teşhisimde yanılmamıştım. İhtiyacım kadar aldım, parasını ödedim. Yanından ayrılmak üzereyken gevezeliğim tuttu; “Sen Kemer’den Habib Muallim’i tanır mısın?” diye sordum. “Tanırım” dedi. “ İşte ben onun küçük oğluyum” deyince beni durdurdu, tezgâhdaki narlardan beş-altı tane kadar daha çantama koydu. Niye böyle yaptığını sorduğumda; “Bu narları fidanları sizin

bahçeden getirilmişti” cevabını verdi. Yani çelikler bizim ağaçlardan alınmış. Çok etkilenmiştim, gözlerim yaşardı. Bana verdiği birkaç kilo nar önemli değildi. Önemli olan babamın çevreye katkısı ve arada kurulmuş olan gönül bağıydı.

Babamı sadece ziraat faaliyetleri konusunda yaptıklarıyla anmak haksızlık olur, ancak burada diğer hususiyetlerini de anlatmaya kalkarsak yazımız çok uzar. Yakın bir gelecekte neşretmeyi düşündüğüm Kemer ile ilgili kitabımda kendisinden daha tafsilâtlı bahsediyorum. Şimdilik bu kadar olsun.

Kalın sağlıcakla…